YAMYAMLIK ÜSTÜNE
Bundan bilemediniz yirmi yıl öncesine kadar Afrika, çoğumuzun kafasında insan eti yiyen ilkel ve vahşi insanların yaşadığı büyük bir kara parçasıydı.Sömürgeci düzenin sürdürülmesi amacıyla tezgahlanıpsunulan bir yamyamlık masalınmı, sanırım çoğumuz anımsarız. Jomo Kenyatta, Kenya'da bağımsızlık savaşı açtığında, gazeteler Mau-Mau'ları insan eti yiyen yamyamlar diye göstermişlerdi. Uygarlıkla ilişkisi olmayan bu 'yamyam'ları, eski deyimler 'zaptürapt' altında tutmak gerekiyordu .Yiyip içip sömürgecilere dua etmeliydik: bu vahşiler günün birinde öteki kara parçalarında da atlayıverirlerse halimiz nice olurdu? Bir kazanda haşlanmamak için, Afrika'nın sahiplerinin orda kalması zorunluydu.
Geçenlerde Güney Amerika'da bir uçak kazasına uğrayıp sağ kalarak
And Dağları'ndaki kuş uçmaz kervan geçmez bir bölgeye düşenlerin,
kurtarılmayı beklerken kazada ölenleri yemek durumunda kaldıklarını
okuyunca bu 'yamyamlık' masalı geldi aklıma. Önce, “Kim bilir, belki de
insan eti yiyen bu kazazedeler arasında, Kenyatta'nın amyamlığına
inanmışlardan biri de vardı” diye güldüm. Sonra düşündüm: İnsanoğlu,
doğa karşısındaki savaşını, bizim uygarlık düzenimizin sınırları dışında
sürdürmek durumunda kalınca nasıl da değişiyor. And Dağları'na giden
kurtarma ekipleri biraz daha geç kalsaydılar, ölü insan etini yiyip
tüketen
sağlar, en güçsüz olandan başlayarak birbirlerini öldürüp
yiyeceklerdi belkide. Buradan, William Golding'in o büyük ve seçkin
romanı Lord of flies'ı (sinekler tanrısı)anımsadım. Roman, tatile giden
bir grup ilkokul çocuğunun, bir uçak kazası geçirerek ıssız bir adaya
düşüşleri ile başlar. O, hepsi de seçkin ailelerin ince,
uygar,çıtkırıldım çocuklarının, doğanın ilkel yaşam koşulları karşısında
barbarlaşmaları; doğa yasası gereği gürbüzün zayıfa karşı giriştiği
kaba,aman vermez ve korkunç zorbalık anlatılır. Ilkokul çoçuklarının,
ıssız adadaki yaşamlarını düzenlemek için örgütlenişleri ilkel bir
kabile düzenindedir;avlanma,barınak kurma vb. Ile ilgili işbölümünün
yapısı ve totem ayinleriyle tam bir kabile yaşamıdır bu.
Bizim uygarlık ölçülerimiz, içinde bulunduğumuz toplum yapasını
belirleyen ilişkilerin ulaştığı düzeye bağlıdır. Afrika'daki borro
kabilesine bağlı bir insanın dünyayı yansıtışı, elbette bizimkine
benzemeyecek. Ama bu benzemezliği ölçü alıp onları 'geri'likle nitelemek
geçerli sayılabilir mi? Fransız toplumbilimcisi L.Levy Bruhl, Bororo
kabilesi insanının kendisini hem bir papağan hem de bir buğday tanesi
saymasına bakarak bir genellemeye varmış, bu ve buna benzer
toplulukların insanlarının ilkel bir mantaliteye sahip olduğunu
söylemişti. Bruhl, 'bizim'uygarlığımızın mantığının “bir şey hem kendisi
hem de başka şey olamaz” ilkesine başvurarak bir sonuca varıyordu. Gel
gelelim, sömürge çağının bilmi de değişiyor bugün. Çağımızın büyük
düşünürlerinden biri olan Levi-Strauss, “ilkel” toplumla “uygar” toplum
arasında bir ilerlilik ya da gerilik ayrımından söz edilemeyeceğini
ortaya koymuştur. Ona göre, Bruhl'ün 'ilkel'dediği insanlar, en az bizim
kadar uygardırlar;değişiklik,her iki uygarlıkta düşüncenin birbirinden
farklı semboller sistemiyle dile getirilmesindedir. Montaigne'in dediği
gibi, “aklın kurallarına uyarak barbar diyebiliriz yamyamlara ama bize
benzemiyorlar diye barbar diyemeyiz.”
Söz montaigne'den açılmışken, “Yamyamlar Üstüne” adlı denemesindeki çok
sevdiğim bir bölümü buraya aktarmadan edemezdim. Kral Charles çağında
Fransa'nın Rouen kentine gelen üç yamyam kralın önüne çıkarılır: “kral
uzun uzun konuştu onlarla. Yaşayışımız, zenginliğimiz , güzel şehir
örneğimiz gösterildi. Sonra bizimkilerden biri ne düşündüklerini, en çok
neyi beğendiklerini sordu. Yamyamlar üç şey söylerdiler; üçüncüsünü ne
yazık ki unutmuştum. En başta şaştıkalrı şey sakallı, güçlü kuvvetli,
silahlı bir sürü adamın çocuk yaşındaki bir krala bekçilik,uşaklık
ettikleri,niçin bunlardan birinin kral seçilmediği olmuş. Ikincisi,
kendi dillerinde bir tek bedenin, eli ,kolu,parçaları,birbirinin yarısı
olarak anlatılan insanlardan kimilerinin neden bolluk, rahatlık içinde
keyif sürüp de birçoklarının dilenciler gibi kapılarda açlık ve
perişanlık içinde yaşadıkları olmuş.”
Yamyam aklı işte, ne olacak!
Hilmi Yavuz
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder